14
Ekim 2015 Çarşamba günü 1 Muharrem 1437 Hicrî yeni yılımıza gireceğiz. Sevgili
Peygamberimizin, Mekke’den Medine’ye hicretini esas alan bu takvim başlangıcı,
aynı zamanda Müslümanların Hicrî yeni yılı olarak tarihe geçmiştir.
Terim
olarak, terk etmek, ayrılmak, bir yerden bir yere göç etmek demektir hicret…
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Rabbi’nden aldığı emir ve nehiyleri insanlığa
ulaştırmak ve Müslümanların sayısını çoğaltmak, yeryüzünde Allah diyen ve
Allah’tan gelen vahiyler doğrultusunda huzurlu ve adil bir hayat sürdürmesini
sağlamak için çok büyük mücadeleler vermiştir.
Mekke’li
müşriklerin baskı ve zulümlerine dayanamayan Müslümanlar, Peygamber Efendimiz
(s.a.v)’in izni ile 615 ve 617 yıllarında Habeşistan’a hicret etmişlerdir.
Hz.
Peygamber’in İslâmı, daha geniş bir coğrafyaya ulaştırma arzusuyla civar
kabilelerden gelen kimselerle sohbet etmesi; özellikle “Akabe Biatları”,
Medine’de Müslümanlar için bir altyapı oluşmasına imkân vermiştir. Efendimize
ve Müslümanlara yapılan baskı ve zulümleri gören Medine ahalisi, Allah
Rasûlü’nü ve arkadaşlarını Medine’ye davet ettiler. Bunu üzerine önce Mekke’li
Müslümanların önemli bir bölümü, sonra da Hz. Peygamber, sâdık arkadaşı Hz. Ebû
Bekir ile birlikte Medine’ye hicret ettiler.
Böylece
Efendimizin 23 yıllık peygamberlik hayatının 13 yıl süren Mekke dönemi sona
ermiş ve 10 yıl sürecek olan Medine devri başlamıştır.
Hicret,
İslâm tarihinin en önemli hadisesidir. Müslümanlar, müşrik ve kâfirlerin
zulmünden kurtulmuş, İslam dini ise geniş kitlelere yayılma imkânı bulmuştur.
Hicretten 17 yıl sonra, Hz. Ali’nin teklifiyle, Hz. Ömer zamanında Hz.
Peygamberin hicret ettiği yılın 1 Muharrem’i olan 16 Temmuz 622 tarihi; “Hicrî-Kamerî Takvim” için, “Takvim Başlangıcı” olarak kabul edilmiştir.
Müslümanlar
için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine
gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete
yapılan yolculuktur.
Hicret,
Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten
hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin
rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu
yolculuğun adıdır.
Hicret,
yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine
kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın;
kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır.
Hicret,
asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı
öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır.
Aslında
hicret, bir anlamda medeniyete hicrettir. Zira Peygamber Efendimizin (sas)
hicretiyle Yesrib, Medine’ye dönüştü. Medine de medeniyet üretti. İslâm
Peygamberi Hz. Muhammed (sas) kin, nefret ve intikam toplumundan bir sevgi ve
merhamet toplumu meydana getirdi. Katı kalpli insanlardan, can taşıyan her
varlığa, hatta eşyaya dahi şefkat ve merhametle muamele edecek bir toplum
oluşturdu. Hem maddi hem manevi açıdan arındırdı onları. Çıkarcılığı,
çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini,
kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı ve kardeşliği öğretti. Komşusu aç iken
tok gezilemeyeceğini gösterdi. Dürüstlüğü, güvenilirliği, aldatmamayı, helal
kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti.
İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu, takvayı gösterdi.
İnsanlara hizmette, emanet ve mesuliyet bilincini, liyakati getirdi. İffetli ve
ahlaklı bir toplum kurdu. İlim ve hikmete, hak ve hakikate, bilgi ve öğrenmeye
âşık örnek bir nesil yetiştirdi. Fakirler, sahipsiz olmadıklarını; güçsüzler
kimsesiz kalmadıklarını hep ondan, onun uygulamalarından öğrendi. Kısacası
onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu,
insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti gösterdi.
Bugün
bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer
ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak,
İslâm’ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu
yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim’in (as) dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret
etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç
etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin bir hadislerinde buyurduğu
gibi, Allah’ın yasaklarını terk etmektir.
“Hicret her daim hakkı üstün tutmak ve dünyadaki bütün
mazlumlara sahip çıkmaktır.”
Bugün
Hicri yılbaşını kutlarken dünyadaki zulüm, işkence ve haksızlıklara karşı İslam
birliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu bir kez yine görmüş bulunmaktayız.
Hak
yolunda ve Hakk’ın hatırı için yapılan hicret o kadar kudsîdir ki, mal ve
canlarını inandıkları dava ve o davanın eşsiz temsilcisi uğrunda feda eden
kutlulardan kutlu bir cemaatin, en çok sevilip takdir edildiği noktada, daha değişik
sıfat ve unvanlarla değil de “muhacir” unvanıyla yâd edilmesi ne kadar
mânidardır!
Allah
Resûlü'nün (s.a.v): "Müslüman, Müslümanların, elinden ve dilinden emin
olduğu kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı, haram kıldığı şeylerden uzak
duran kimsedir." Hadis-i
Şerifinin yüklediği anlama göre öncelikle hicret, ferdin ruh plânında
gerçekleşmelidir.
Ne
mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara!
Arz
bütün insanları içine alacak kadar geniştir. O halde Müslüman kendi memleketinde
dinini bütünüyle yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya kalıyor,
Allah’tan başkasına kulluk yapmaya zorlanıyorsa orası, Müslümanın yaşayacağı
yer değildir.
Ya
orasını bir Müslüman yurdu yapacak şekilde gayret gösterip, mücadele edecek, ya
da bu elinden gelmiyor, ya da tüm yolları deniyor da olmuyorsa hicret
etmelidir! Dinini serbestçe yaşayacağı yeri arayıp bulmalıdır.
“Kendilerine zulmedildikten sonra, Allah yolunda hicret edenleri
dünyada iyi bir şekilde yerleştireceğiz. Elbette ahiretteki ecirleri ise daha
büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı." (Nahl–41.ayet)
Muharrem
ayı ve bu ayın 10. Günü olan Aşure, tarih boyunca Müslüman toplumlar açısından
ayrı bir önem taşımaktadır. Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber'in torunu
Hz. Hüseyin'in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70'den fazla insanın siyasi
ihtiraslar uğruna Kerbela’ da şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak
hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu talihsiz hadise özellikle milletimiz
başta olmak üzere mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların
asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbela’ da acımasızca şehit edilen
Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıklar
karşısındaki onurlu mücadelesiyle bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş,
ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında
mahkûm edilmiştir.
Kerbela
olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dini-kültürel alt
kimliğe mensup olursa olsun, İslam toplumlarının hemen hemen hepsinde önem
atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Aşura ve Kerbela’ nın,
İslam toplumlarının dini-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur.
Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşureler ve
Kerbela’ da Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında
bulunanlardan şehit olanların yâd edilmesi bunların başlıca olanlarıdır.
Günümüzde
bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan
ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her
türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır.
Muharrem
Ayı ile ilgili olarak uzun yıllardan bu yana yaşatılan uygulamalardan birisi de
‘Aşure Geleneği’ dir. Konu-komşuya, dost ve akrabaya yılda iki kez dağıtılan
güzelliklerden birisinin kısa zaman evvel ihya ve idrak ettiğimiz Kurban,
diğeri de Âşure’dir. Muharrem ayı’nın 10. gününe "Âşura" denmesinin
sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği ve o günde Cenâb-ı Hak on
peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir.
Ben
bütün bu hatırlatmalar ve tarihimizden almamız gereken dersler ve ibretleri bir
kez daha buradan hatırlatmakla beraber, bütün İslâm âleminin yeni hicri yılını
tebrik ediyor; hicrî 1437 senesinin ülkemiz, gönül coğrafyamız, İslâm dünyası
ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.
Yavuz KARABAYIR
İl Müftüsü