21.09.2017

Hicret, Muharrem Ayı ve Aşûra Mesajı

Müftümüz Yavuz KARABAYIR'ın Hicret,

Muharrem Ayı ve Aşûra Mesajı...

Rahmân ve Rahîm (olan) Allâh'ın (Celle Celâluhû) Adıyla...

21 Eylül 2017 Perşembe günü 1 Muharrem 1439 Hicrî yeni yılımıza gireceğiz. Sevgili Peygamberimizin, Mekke’den Medine’ye hicretini esas alan bu takvim başlangıcı, aynı zamanda Müslümanların Hicrî yeni yılı olarak tarihe geçmiştir.

Hicret; “kişinin herhangi bir şeyden bedenen, lisânen ve kalben ayrılıp uzaklaşması” demektir. Ancak, kelime daha çok “bir yerin terk edilerek, başka bir yere göç edilmesi” anlamında kullanılır. Terim olarak, özelde Hz. Peygamber’in ve Mekke’li Müslümanların Medîne’ye göçünü ifade eder. Medîne’ye göç eden Müslümanlara muhâcir, Resûl-i Ekrem’e ve muhâcir Müslümanlara yardım eden, onlara evlerini açıp bağırlarına basan Medîne’li Müslümanlara da Ensâr unvanı verilmiştir.

Hicretten önce tevhîd, nübüvvet, âhiret gibi temel inanç konuları işlenip, ibadet ve ahlakla ilgili, hicretten sonra ise ferdî ve ictimâî hayatı düzenleyen ahkâm, ibâdet ve muâmelâtla ilgili ayetler inmiştir. Medine döneminde, davetin önündeki engeller birer birer kaldırılarak, Müslümanlığa ve Müslümanlara meyli olan kimselere yapılan baskılar kırılmış, böylece insanlara, hür irâdeleriyle dinlerini seçme imkânı tanınmıştır. Resûl-i Ekrem’in Medine’ye gelince bir takvim hazırlanmasını istediği, bunun üzerine hicretin gerçekleştiği Rebîu’l-Evvel ayının tarih başlangıcı olarak belirlendiği rivayet edilirse de, hicretin resmen takvim başlangıcı sayılması, Hz. Ömer zamanında gerçekleşmiştir.

Terim olarak, terk etmek, ayrılmak, bir yerden bir yere göç etmek demektir hicret… Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Rabbi’nden aldığı emir ve nehiyleri insanlığa ulaştırmak ve Müslümanların sayısını çoğaltmak, yeryüzünde Allah diyen ve Allah’tan gelen vahiyler doğrultusunda huzurlu ve adil bir hayat sürdürmesini sağlamak için çok büyük mücadeleler vermiştir.

Mekke’li müşriklerin baskı ve zulümlerine dayanamayan Müslümanlar, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in izni ile 615 ve 617 yıllarında Habeşistan’a hicret etmişlerdir.

Hz. Peygamber’in İslâmı, daha geniş bir coğrafyaya ulaştırma arzusuyla civar kabilelerden gelen kimselerle sohbet etmesi; özellikle “Akabe Biatları”, Medine’de Müslümanlar için bir altyapı oluşmasına imkân vermiştir. Efendimize ve Müslümanlara yapılan baskı ve zulümleri gören Medine ahalisi, Allah Rasûlü’nü ve arkadaşlarını Medine’ye davet ettiler. Bunu üzerine önce Mekke’li Müslümanların önemli bir bölümü, sonra da Hz. Peygamber, sâdık arkadaşı Hz. Ebû Bekir ile birlikte Medine’ye hicret ettiler. 

Böylece Efendimizin 23 yıllık peygamberlik hayatının 13 yıl süren Mekke dönemi sona ermiş ve 10 yıl sürecek olan Medine devri başlamıştır.

Hicret, İslâm tarihinin en önemli hadisesidir. Müslümanlar, müşrik ve kâfirlerin zulmünden kurtulmuş, İslam dini ise geniş kitlelere yayılma imkânı bulmuştur. Hicretten 17 yıl sonra, Hz. Ali’nin teklifiyle, Hz. Ömer zamanında Hz. Peygamberin hicret ettiği yılın 1 Muharrem’i olan 16 Temmuz 622 tarihi; “Hicrî-Kamerî Takvim” için, “Takvim Başlangıcı” olarak kabul edilmiştir.

Müslümanlar için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yapılan yolculuktur.

Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır.

Hicret, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır.

Hicret, asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır.

Aslında hicret, bir anlamda medeniyete hicrettir. Zira Peygamber Efendimizin (sas) hicretiyle Yesrib, Medine’ye dönüştü. Medine de medeniyet üretti. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (sas) kin, nefret ve intikam toplumundan bir sevgi ve merhamet toplumu meydana getirdi. Katı kalpli insanlardan, can taşıyan her varlığa, hatta eşyaya dahi şefkat ve merhametle muamele edecek bir toplum oluşturdu. Hem maddi hem manevi açıdan arındırdı onları. Çıkarcılığı, çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini, kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı ve kardeşliği öğretti. Komşusu aç iken tok gezilemeyeceğini gösterdi. Dürüstlüğü, güvenilirliği, aldatmamayı, helal kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu, takvayı gösterdi. İnsanlara hizmette, emanet ve mesuliyet bilincini, liyakati getirdi. İffetli ve ahlaklı bir toplum kurdu. İlim ve hikmete, hak ve hakikate, bilgi ve öğrenmeye âşık örnek bir nesil yetiştirdi. Fakirler, sahipsiz olmadıklarını; güçsüzler kimsesiz kalmadıklarını hep ondan, onun uygulamalarından öğrendi. Kısacası onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu, insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti gösterdi.

Bugün bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak, İslâm’ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim’in (as) dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin bir hadislerinde buyurduğu gibi, Allah’ın yasaklarını terk etmektir.

Bugün Hicri yılbaşını kutlarken dünyadaki zulüm, işkence ve haksızlıklara karşı İslam birliğine ne kadar muhtaç olduğumuzu bir kez yine görmüş bulunmaktayız.

Hak yolunda ve Hakk’ın hatırı için yapılan hicret o kadar kudsîdir ki, mal ve canlarını inandıkları dava ve o davanın eşsiz temsilcisi uğrunda feda eden kutlulardan kutlu bir cemaatin, en çok sevilip takdir edildiği noktada, daha değişik sıfat ve unvanlarla değil de “muhacir” unvanıyla yâd edilmesi ne kadar mânidardır!

Allah Resûlü'nün (s.a.v): "Müslüman, Müslümanların, elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. Muhacir de Allah'ın yasakladığı, haram kıldığı şeylerden uzak duran kimsedir. "Hadis-i Şerifinin yüklediği anlama göre öncelikle hicret, ferdin ruh plânında gerçekleşmelidir.

Ne mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara!

Arz bütün insanları içine alacak kadar geniştir. O halde Müslüman kendi memleketinde dinini bütünüyle yaşayamıyor, bu konuda zorluklarla karşı karşıya kalıyor, Allah’tan başkasına kulluk yapmaya zorlanıyorsa orası, Müslümanın yaşayacağı yer değildir.

Ya orasını bir Müslüman yurdu yapacak şekilde gayret gösterip, mücadele edecek, ya da bu elinden gelmiyor, ya da tüm yolları deniyor da olmuyorsa hicret etmelidir! Dinini serbestçe yaşayacağı yeri arayıp bulmalıdır.

“Kendilerine zulmedildikten sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada iyi bir şekilde yerleştireceğiz. Elbette ahiretteki ecirleri ise daha büyüktür. Keşke bilmiş olsalardı."(Nahl–41.ayet)

Muharrem ayı ve bu ayın 10. Günü olan Aşure, tarih boyunca Müslüman toplumlar açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin'in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70'den fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’ da şehit edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu talihsiz hadise özellikle milletimiz başta olmak üzere mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbela’ da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları, bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadelesiyle bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.

Kerbela olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dini-kültürel alt kimliğe mensup olursa olsun, İslam toplumlarının hemen hemen hepsinde önem atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Aşura ve Kerbela’ nın, İslam toplumlarının dini-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur. Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşureler ve Kerbela’ da Hz. Peygamber'in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında bulunanlardan şehit olanların yâd edilmesi bunların başlıca olanlarıdır.

Günümüzde bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır.

Muharrem Ayı ile ilgili olarak uzun yıllardan bu yana yaşatılan uygulamalardan birisi de‘Aşure Geleneği’ dir. Konu-komşuya, dost ve akrabaya yılda iki kez dağıtılan güzelliklerden birisinin kısa zaman evvel ihya ve idrak ettiğimiz Kurban, diğeri de Âşure’dir. Muharrem ayı’nın 10. gününe "Âşura" denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği ve o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir.

Ben bütün bu hatırlatmalar ve tarihimizden almamız gereken dersler ve ibretleri bir kez daha buradan hatırlatmakla beraber, bütün İslâm âleminin yeni hicri yılını tebrik ediyor; hicrî 1439 senesinin ülkemiz, gönül coğrafyamız, İslâm dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum. Rabbimiz, bu mübârek mevsimi vesîle kılarak, İslâm ümmetinin acılarını dindirsin, zulmün ve sömürünün, akan Müslüman ve mazlum kanlarının yolunu kessin. Birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirerek dâim kılsın.


 

Yavuz KARABAYIR

İl Müftüsü

 

 

Yavuz KARABAYIR

İl Müftüsü