29.09.2016

AHVALİ ŞAHSİYYE

AHVALİ ŞAHSİYYE

        İnsanın sınırlarının tartışıldığı, genetik müdahaleler, kök hücre çalışmaları, yeni üreme teknikleri ve yapay zekâ gibi gelişmelerle “yeni insanın” konuşulduğu günümüzde İslam’ın istediği ve oluşturmaya çalıştığı insan nasıldır, sorusu bizi hayli meşgul edeceğe benziyor. İnsanın özüne aykırı şekillenen bugünün dünyası sekülerizmin, dünyevileşmenin, sınırsız tüketimin, popüler kültürün beslediği sanal ortamların ortaya çıkardığı pek çok sorunla yüz yüzedir. Diğer yandan bu yenidünyanın ürettiği ve beslediği islamofobi; etnisite ve mezhebe dayalı çatışmalar da insanlık onurunu tahrip edecek düzeyde kaotik yeni sorunlar oluşturmaktadır. Paradoksal bir biçimde nefret söylemleri ve ötekileştirmeye dayalı yaklaşımlar güç kazanırken tek tipleştirme ve kimliksizleştirme politikaları da alabildiğine tesirli olmuş gözükmektedir.

       Kimliğin en üst aidiyeti dindir ve her din kendi ilkeleri ve öğretileri doğrultusunda bir insan tipi oluşturmayı hedefler. İslam’ın hedeflediği insan tipi, oluşturmayı istediği dünya düzeni ve ahlaki çerçeveyi de ortaya koymaktadır. Kur’an, yaratılışını detaylı şekilde anlattığı insanın diğer varlıklardan bazı niteliklerle ayrıldığını ve üst bir konuma eriştiğini vurgulamaktadır. (Tin, 95/2.) En güzel şekilde yaratılmış olan insan sahip olduğu niteliklerle kendi varlığı dışındaki bütün varlık alanının sorumluluğunu da üstlenmiştir. (Ahzab, 33/72.) Ona verilen akıl ve irade gücü ile bilgiyi elde etme ve ahlaki davranışlarda bulunabilme nitelikleri boşuna değildir. Onun “insan olma” sorumluluğunu yerine getirebilmesi bu niteliklerinin farkında olabilmesi ve onları kullanabilmesi ile mümkündür. Âşık Paşa insanın kendini bilmesinin vazifelerini anlayabilmesi bakı- mından da gerekliliğini şöyle anlatır mısralarında:

“Görmek ü bilmek sana virdiyse Hak

 Ögüni dir gözün aç bir dogru bak” 

Şahsiyetin İnşası

       İnsanın başlangıçta zayıf ve desteğe muhtaç biri olarak dünyaya gelmesi, devam eden süreçte adım adım akıl ve irade gücünün yetkinleşmesi ile sadece bir şahıs olmaktan şahsiyet sahibi bir ferde dönüşmesi de üzerinde düşünülmesi gereken hususlardandır. Zira bu süreç de İslam’ın istediği insan modeli hakkında bize fikir vermektedir. Doğduğunda tamamen muhtaç ve mukallit olan insan büyürken eğitilme ve öğrenme süreciyle kişilik kazanmaya başlar. Bu süreçte insan olma mesuliyeti henüz başlamamıştır. Ta ki kişi rüştüne erer, artık o bir varlık ortaya koyabilir… Çünkü o mümeyyizdir. Yanlışı doğrudan ayırt edebilir. Kendi kararlarını verir, evet hayır diyebilir; beğeni ve eleştirileri olup tercihte bulunabilir. Bir diğer ifade ile artık o akletme ve irade sahibi olma melekelerine erişmiştir. İşte bu noktada dinen sorumluluk başlamış olur. İslam’ın hedeflediği insan bu süreçleri doğru şekilde geçirmeli, şahsiyet sahibi olmayı başarabilmelidir.

      Şahsiyet, Arapça bir kelimedir ve en temel anlamında “yüksekliği ve görünüşü olan şey” olarak tanımlanmaktadır. Türkçeleştirilmiş karşılığı ile kişilik, kişi olma, kişilik taşıma anlamına gelmektedir. Kişilik, bir kimsenin kendisine özgü belirgin manevi ve ruhi özelliklerinin bütünü demektir. Şahsiyet sahibi olmak ise “pazarda kendine bir yer edinen esnaf misali, ferdin hayatta kendine yer açması” demektir. Her birimizi farklılaştıran ve özel kılan fiziki farklılıklar gibi manevi ve ruhi farklılıklarımız, yani şahsiyetimiz bizi değerli kılmaktadır. Ancak şahsiyet sahibi olmak bir başka ifade ile kişilikli olabilmek bir gayret ve eğitim, öğrenim süreci gerektirmektedir. Nev’îzâde Atâyî:

“Nev’iyâ lâzım değil olmak filân ibn-i filân /

Ma’rifet kesb eyle tâ bir âdem ol âdem gibi” mısraları ile âdem olmanın da kesb gerektirdiğini ifade eder. Bu gayret hem ferde hem aileye düşer.

 Âdem olma yolunda

       Küçük insan rüşt yolunda bir şahsiyet kazanırken onun en önemli desteği ve yardımcısı ailesidir. Zira başta ailesinden alacağı eğitim, görgü ve bilgi ile kendine münhasır bir şahsiyet geliştirebilecektir. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Güler eğitimin asıl hedefinin böyle şahsiyet sahibi fertler yetiştirmek olduğunu söylemektedir: “Eğitimin hedefi, insanı en mükemmel şekilde yetiştirmek ve onu “insan” yapmaktır. Bu hedef sayesinde genç insan, olumsuz gelişmelerden etkilenmediği gibi, beden, zihin, ruh ve duygu bakımından güçlü bir irade, sağlıklı bir şahsiyet ve sağlam bir karakter kazanarak insanlığa büyük çapta hizmet eder.” Amacı şahsiyet inşa etmek olan bu eğitim ise İslam’ın değerlerini ve insan anlayışının ilkelerini taşımalıdır.

     İslam dininin en temel ilkesi olan tevhit, Allah’tan başkasına kul olmama, insanı varlık dünyasının en üst makamına çıkaran temel hareket noktasıdır. ‘Müslüman’ teslim olan demektir. Müslüman şahsiyetin teslimiyeti, kendisini yoktan var eden, İlahı ve Rabbi olan Allah’adır. Dolayısıyla, kabulü Allah’ın kabul ettiği, reddi de, Allah’ın reddettikleridir. Prof. Dr. Güler; “insanın insan üzerinde hâkimiyet kurma girişimini İslam’ın kökten reddettiğini” söyleyerek bu hususa işaret etmektedir. Zira Allah’tan başkasına kul olma, mutlak itaat ve bağlılık insanın şahsiyet geliştirmesine izin vermeyeceği gibi onu varlık sahasında “aşağıların aşağısı” konumuna dahi indirebilecektir. Diğer yandan yüce Allah’a boyun eğmesi gerektiğini ve haddini bilen kişinin şahsiyeti ben, ego ve enaniyetten de arınabilecektir.

     İlim, imkân yahut makam sahipleri karşısında şahsiyetin ezilmesine izin verilmemelidir. Böylesi unsurları kullanarak muhatabının şahsiyetine zarar vermek de İslami değildir. En güzel örnek Allah Rasulü (s.a.s.) yanındakilerin şahsiyet sahibi olmaları yönünde gayret etmiştir. Yanına gelen bir adamın heyecandan titremesi üzerine “Rahat ol! Ben kral değilim, güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.” (İbni Mace, 29/30, II/1101) buyurarak adamı rahatlatmıştır. Böylelikle o, hiç kimsenin şahsiyetini nübüvvet makamıyla dahi olsa ezmemiş, örselememiştir. Çocuklara İslam dinini tebliğ edişinde de toplumda şahsiyet sahibi fertlerin oluşmasına yönelik gayreti vardır. Çünkü şahsiyet sahibi olmak özgür iradesi ile ferdin tercihlerde bulunabilmesini zorunlu kılar. Tercihte bulunamayan, hayır diyemeyenin evet demesinin bir kıymeti olmayacağı aşikârdır.

     Güçlü bir şahsiyet oluşturabilmede önemli bir başka esas da sorumluluğunun farkında olarak kendi hayatına ve dünyaya sorgulayan, soran, akleden gözlerle bakabilmektir. Soru sorma, düşünme, mukayese etme gibi entelektüel gayretler bu noktada çok önemlidir. Şahsiyetini inşa sürecinde çocuğa ve gence bu bakış ailesi tarafından kazandırılmalıdır. Aydın Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Engin Eker ailenin bu rolüne şöyle işaret etmektedir: “Çocuğumuzun bu özelliklerinin artmasını istiyorsak, insanların sözle değil davranışla öğrendikleri kuralını akıldan çıkarmamak gerekiyor. Yani ev içerisinde, aile içi ilişkilerde soru sormak, sorgulamak, fikirlerimizi özgürce paylaşmak serbest değilse çocuklarımızın bu özelliklerinin gelişmesini beklemek çok akli olmayacaktır. Gelişimin özellikle üçüncü yılından sonra çocuklar hem çevrelerini hem de çevrelerindeki bireylerin ilişkilerini anlayabilmek için muazzam bir merak duyarlar. Bu meraklarını da sordukları sorularla ifade ederler. Bu öğrenme açlığı bazen özellikle anne-baba için tahammülü zor olabilir. Ardı arkası kesilmeyen sorular gelebilir. Ancak burada çocuklar sorularının cevaplarını almak kadar başka bir şeyi de deneyimliyorlardır: Anlamlı anlamsız soru sorma, iyi kötü fikirlerini paylaşma, ortaya dökülen mantıklı saçma fikirlerden en işlevsel olanı seçme ve bir davranışa karar verme ve en nihayetinde yanlış da yapabilme ihtimali, aile içinde kabul edilmekte midir?

      Ailelerinde analiz yapabilen, karar verebilen ve problem çözebilen fertler olmaları yönünde desteklenmeyen çocukların bazı sorunlar yaşayabildikleri görülmektedir. Zira böyle çocuklar birer yetişkin olduklarında da fikir beyan etmede, karar vermede yahut itiraz etmede zorlanacaklar, çabuk etki altına alınarak yönlendirilebileceklerdir. Zaman zaman aileler çocuğunun özgüven sahibi, soran sorgulayan ve girişimci olmasını anne baba olarak itaatkârlık ve sadakat aleyhine kendileri için bir risk olarak görebilmektedirler. Yrd. Doç. Dr. Eker bu düşünceye ilişkin; “Aileye sadakat ve bağlılık, özgüvene ve sorgulamaya yer bırakmayan kavramlar değillerdir. Bilakis, özgüvenin gelişmesi, sorgulayıcı bir yaklaşıma kabul edici ve destekleyici tepkilerin verilebilmesi, çocuğun ailesi ile olan bağlarının gerçekçi ve güven verici bir nitelik kazanmasını sağlar. İlişkiler, görevler, istekler ve karşı istekler gibi insan ve aile oluşun ortaya çıkardığı binlerce sorunun karşısına sorgulamadan kabul edilmiş cevaplarla çıkmak, aile birliği açısından büyük tehdittir. Sadece görünüşte öyle olan ancak bireyleri arasında gerçek ve güvenli bağların kurulmadığı bir aile resmi ortaya çıkacaktır o zaman. Bu da kopmalara ya da ailenin kendi içine yönelmiş öfke ve saldırganlığa sebep olur. Oysa sorular ve doyurucu cevaplar, sorunları çözmese de bireylerin birbirlerini anlayabilmelerini ve bu sebeple gerilimlerin azalabilmesini sağlayabilecektir.” demektedir. Diğer yandan kendine güven duygusu gelişmemiş, güçlü bir iradeye sahip olmayan, itiraz edemeyen, yanlışa ve haksızlığa ses çıkaramayan, robotlaşmış, takip ettiği fikrin kör mutaassıbı haline gelmiş bir ferdin ne kendine ne ailesine ne de topluma bir faydası vardır.

Hükümsüz şahsiyetler

      Günahlar şahsiyet problemlerinin tezahürleridir. Yalan yere çokça yemin eden, hep kusur arayan, laf götürüp getiren, her hayra engel olan, haddi aşan, günaha dadanmış, kaba, hırçın, ahlaksız kimseler şahsiyet problemi yaşayanlardır. Nifak, fısk, fücur gibi inanç ve davranış sapmaları da aynı zamanda birer kişilik bozukluğudur. Şahsiyetin bütünüyle hükmünü kaybettiği günahların başında ise münafıklık gelmektedir. Kişinin olduğundan bambaşka görünerek fikrini ve düşüncesini saklamak amacıyla hareket eden münafıklar Allah Rasulü’nün (s.a.s.) ifadesi ile kıyamet günü Allah katında insanların en kötüleridir. “Onlar bir o yüzle bir diğer yüzle gelirler!” (Buhârî, Edeb, 52) Şahsiyetlerini kaybeden münafıkları ise yüce Allah Kur’an’da “elbise giymiş kerestelere” benzetir. (Münafikûn, 63/4.) Zira insan olma onuru Allah’ın insana verdiği ayırt edici özelliklerin hakkı ile kullanılması ile ancak mümkündür.

     İşte tüm bu yönleriyle şahsiyet sahibi olmak; bizi başkalarından ayırarak, yalnızca Allah’a kul olmamızı sağlar. Şahsiyet sahibi olmak İslam’ın insan tasavvurunun ihmâl edilemez bir esasıdır. Ve Müslüman şahsiyeti ile tanınan, şahsiyeti ile ailesine, ülkesine, insanlığa faydalı olandır.

 

 

Dr. Fatma BAYRAKTAR KARAHAN

Diyanet İşleri Uzmanı